Hızlı moda çağında tüketiciler alışveriş alışkanlıklarını yeniden değerlendirmekte ve sürdürülebilir perakendecilik uygulamalarına artan oranda değer vermektedirler. Günümüzde, tüketicilerin %60’ı iklim değişikliği konusunda endişeliyken, %64’ü günlük yaşamlarında çevre üzerinde olumlu etkiler bırakmaya çalışmaktadır. Moda endüstrisi ise tüketicilerin bu değişen taleplerine yanıt verebilmek adına çevresel etkilerini azaltmaya yönelik adımlar atmaktadır. Malzeme inovasyonu, tedarik zinciri şeffaflığı ve yeniden satış veya kiralama gibi iş modelleri, sektörün çevreye verdiği zararı azaltmada önemli araçlar olarak öne çıkmaktadır.
Sürdürülebilirlik, moda endüstrisinin karşı karşıya olduğu en büyük zorluklardan biridir. Sektör, küresel karbondioksit emisyonlarının yaklaşık %10’unu oluşturarak uluslararası uçuşlar ve nakliye toplamından daha fazla emisyona neden olmaktadır. Vogue dergisi tarafından yapılan bir ankete göre, sürdürülebilirlik 2021 yılında tüketicilerin %69’u için moda ürünleri satın alırken önemli bir faktör olarak belirtilmiştir. 2020 yılında bu oran %65 iken, sürdürülebilirlik konusundaki farkındalığın giderek arttığı görülmektedir.
Bu bağlamda, AB’nin 2050 yılına kadar iklim-nötr ilk kıta olma hedefi doğrultusunda açıkladığı Avrupa Yeşil Mutabakatı (AYM) ve “Sürdürülebilir ve Döngüsel Tekstil için AB Stratejisi” gibi politikalar, küresel tekstil sektörüne yön vermektedir. Özellikle AB’nin “Fit for 55” mevzuat paketi, karbon emisyonlarını %55 oranında azaltmayı ve karbon yoğun sektörlerde dönüşümü hedeflemektedir. Tekstil sektörü bu dönüşümün merkezinde yer almakta, küresel ölçekte iklim değişikliği ve çevre kirliliğine neden olan dördüncü sektör olarak öncelikli ele alınmaktadır.
AB’nin döngüsel ekonomi stratejisi, 2030 itibarıyla tekstil ürünlerinin uzun ömürlü, geri dönüştürülebilir, çevreye zararlı kimyasallardan arınmış ve büyük ölçüde geri dönüştürülmüş liflerden üretilmesini zorunlu hale getirmeyi amaçlamaktadır. Tüketicilerin daha uzun ömürlü ve kaliteli tekstil ürünlerine erişim sağlaması ve hızlı moda eğilimlerinin sona erdirilmesi hedeflenmektedir. Bunun yanı sıra, üreticilerin tedarik zincirinin her aşamasında sorumluluk üstlenmesi ve sürdürülebilir üretim süreçlerini benimsemesi zorunlu hale gelmektedir.
Malzeme inovasyonu ve tedarik zinciri şeffaflığı, sürdürülebilir tekstil üretiminde temel unsurlar haline gelmiştir. Şirketler, daha sürdürülebilir hammaddeler kullanmaya, üretim süreçlerini çevreye duyarlı hale getirmeye ve şeffaflık sağlayarak müşteri güveni kazanmaya odaklanmaktadır. Örneğin, bir hazır giyim markası, Hindistan’daki çiftçilere adil ücret ödeyerek, yerel toplulukları istihdam ederek ve organik pamuk kullanımıyla çevreyi koruma konusunda öncülük etmektedir.
Bunun yanı sıra, kiralama iş modeli de çevresel etkileri azaltmada önemli bir trend olarak öne çıkmaktadır. Yeni kıyafet üretiminde kullanılan su, elektrik ve emisyon gibi kaynakların korunmasını sağlayan bu model, özellikle çocuk giyiminde yaygınlaşmaktadır. Türkiye’de de bu iş modelinin benimsenmesi, hem fiziksel mağazalarda hem de çevrimiçi platformlarda dikkat çekmektedir. Ancak COVID-19 pandemisi, sosyal temasa dayalı bu tür modellerin kısa vadede olumsuz etkilenmesine neden olmuştur.
AB’nin “Sürdürülebilir ve Döngüsel Tekstil Stratejisi” çerçevesinde belirlediği somut politikalar arasında zorunlu eko-tasarım kuralları, satılmayan ürünlerin imhasının engellenmesi, mikroplastik salınımı ile mücadele ve dijital ürün pasaportu zorunluluğu yer almaktadır. Ayrıca genişletilmiş üretici sorumluluğu (EPR) kapsamında, üreticilerin geri dönüşüm süreçlerinden de sorumlu olması hedeflenmektedir.
Bu çerçevede, moda sektöründe sürdürülebilirlik yalnızca çevresel bir gereklilik değil, aynı zamanda ekonomik bir zorunluluk haline gelmektedir. İnovasyon ve yatırım yoluyla, sektörün karbon ayak izini azaltırken rekabet gücünü artırması beklenmektedir. Döngüsel ekonomiye geçişin desteklenmesi, yeşil teknoloji kullanımı ve sürdürülebilir iş modellerinin benimsenmesi, gelecekte moda sektörünü şekillendiren temel dinamikler olacaktır.